Tasavvuf kelime manası itibariyle saflaşmak anlamına gelir. İnsanlık var olduğundan beri yaşadığı alemin hem zahiri hem batıni olduğunu idrak eder bir haldeydi. Bu dünyanın eğlencesiyle eğlenemeyen insanların oluşturduğu bir düşünce pratik yaşam olarak açığa çıktı. Bu kavram ve düşünce kendisini bir yaşantı olarak ortaya koydu.
Bunun genel kabul görmüş hali tasavvuf adını aldı.
İşte tam burada, dile kolay, uygulamaya o kadar kolay olmayan, dengeye gelebilmek için iffet kavramının ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gerek.
Âh! Zihnim! İçimdeki düşman olabilen zihnim!
Hep konuştu değil mi? Durmadı! Bıdı bıdı ne çok da biliyor.
Sen nesin Zihin?
Biz dâvet edildik. Hakikati düşünmeye, ilim ve hikmeti aramaya davet edildik. Yaratılış nedenimiz bu bilgileri kullanıp, kulluğu ifâ ederek medenîyet oluşturmak.
İlim ve hikmeti aramak her müminin en önemli görevlerindedir.
Öylesine kendi halinde oturuyordu kenarda en son ne zaman bir dostla hasbihal ettiğini hatırlamaksızın.
Sonra bir el geldi ve çekip çıkardı o sessizlik girdabından; “Gel artık! yeter diri diri gömüldüğün” diyerek.
“Eyvah!! “ dedi, çok korkmuştu...
Göklerden Güneş etkisine girdik.
Yerlerde dengemiz halen Venüs.
Güneş etkisi de, bizi, anlayışta ve davranışta dengede olmaya davet ediyor.
Astrolojide Güneş, kişinin benliğini temsil eder, benlik duygusuna işaret eder. Güneş’in astrolojik göstergesi “ego”dur.
Kuvve mana itibariyle düşünce demektir. Tasarı, niyet gibi soyut bir kavram.
Bu kuvvelerin nereden geldiği çok tartışılan keyifli bir konu ama bunun ontolojik kısmına girmeyeceğim.
İnsan yaratılışı gereği inanan bir varlık.
Dolayısıyla bu durumun imana yönelmemizde de çok büyük bir etkisi var. Buna rağmen, zaman zaman karşılaşılan olaylar, düşünceler, duygusal dalgalanmalar Allah muhafaza kişiyi inançsızlığa da meylettirebiliyor. Yani gerçek imana ulaşmak özel bir tercih ve gayretin sonucu.
Bana bir masal anlat şeyhim.
İçinde ben olmayayım ve mümkünse bana ucu dokunamayacak şekilde olsun.
Ne güzel hayat değil mi?
Himalayalardan hikayeler olsun. Hele bir de oraya gidenlerin dilden dile dolaşan ve gelirken bin türlü şekil değiştiren hikayelerinden olsun.
Bunlar beni himayesine alsın, kollasın. Bulutların üstünde uçayım. O alemden bu aleme gezeyim.
AŞKIN KABESİ, GÖNÜLDÜR
Yerlerde Venüs dengesinin son günlerini yaşarken, Göklerden Jupiter etkisi gelmeye başladı.
Jüpiter, bize “Ben” dilini kullanmayı öğretmeye, kendimizin ve karşımızdakinin şahsiyetine saygı duymamız gerektiğini göstermeye geldi.
Eskiden beri “eşyaların dili olsa kim bilir neler anlatırlardı acaba?” diye düşünürüm. Kullanmakta olduğum bir eşyayı defalarca üstelik de farklı maksatlarla tamamen işlevini yitirene kadar kullanmayı oldum olası sevmişimdir. Sadece süslü bardakların sergileneceği bir vitrin, bir gün ihtiyaç nedeniyle kendini kütüphaneye dönüşmüş buldu.
Merkezlenmek bizi etkileyen faktörlerin farkında olup, dengede sabit kalmaktır.
Bu etkenler, çevreye ait veya kendi öz dünyamızda yaşadığımız içsel tepkiler olabilir.
Neye yönelik olursa olsun, geçici zevk veren ve tutku hâline gelmiş, durmadan tekrarlanan girişimler merkezlenmeyi ketleyebilir. Esasen “Acaba bir çıkış var mı?” diye arabayı aynı çıkmaz sokağa tekrar sürmeye benzer.
Mekânlar, şahıslar, kahramanlar ve mağdurlar farklılaşır ama başlıklar değişmez. Gerçi, yaşadıklarımızın döngüsü de bu minvalde oluyor. Başka ne var ki hayatımızda. Fakat öznede hep biz varız. Üzülürüz, seviniriz, aynı zamanda sıkıntı ederiz kendimize birçok şeyi. Yine gayret gibi eylemler içerisinde geçiririz bize bahşedilen ömürde.
“Ehliyetin var mı?” dedi. “Bilmem ki” dedim içimden, ”Ehliyet konusu çok karışık... “Meselâ, hangi konuda ehliyet? Bir kamyonu süremem lakin zihnimde çok güzel yük taşırım.
Gerçeği kim isteyip bulamamış?
Kişi kendini kaybetse, orada burada avare dolaşsa bile samimi bir istek olması halinde muhakkak bulur gerçeği. Hatta bilmiyor olsa da
Hayatı anlamak hakikaten çok zor.
Zaten kendimizi ne kadar anladık ki, hayatı anlayacağız? Cevap ikisi bir arada. Anlayarak olsa gerek. Sonuçta olaylar bizimle ilgili değil mi?