GÜNEŞİN KARANLIĞINDA
GÜNEŞİN KARANLIĞINDA
HATİCE FAHRUNNİSA
Gecesini bulamayan, güneşini bulabilir mi, bilmiyorum.
Hatta bir seyir olarak ilkin gece sonra gündüz sonra yine gece yol alınır, diyenlerde mevcuttur. Ben de öyle düşünüyorum. Bu üç bilinç durumu hiç bitmiyor ömrümüz boyunca. Belki her olayda tekrarlanan bir döngü.
Fiillerin hakikate varan yolculuğu bu. Fakat yanlış yapılmasından, ifratta ya da tefritteki hallerimizin zuhurundan almaz gece adını. Zaten bu hatalar olmasa yolumuzu bulamayız ve bilemeyiz eksiğimizi.
Hakikati görmek istemeyiz. Canımız yanar çünkü.
Öğrenmeye başladığımız süreçtir gece. Taklitlerimiz ve kulaktan dolma bilgilerimiz ile el yordamıyla yürüdüğümüz vakittir. Tecrübelere gebedir.
İlk gece olgunlaşma sürecidir. Güneş ışığının yokluğudur. Hakkın ve hakikatin var olduğu ama görülemediği zamandır. Pusulasız, yönsüz hissederiz. Aklımızı kullanamayız bazen. Doğru ve yanlışı ayırt edebilme kabiliyetimizin sınandığı bu yerde gece, hakikate hamiledir.
Kimi zaman kaybolmuş ve yalnız hissettiğimiz, canlı olduğumuz fakat buna rağmen hayat sahibi olmayışımızın resmidir. Amacımızı bulup, kıyama kalktığımız, tüm yetersizliklerimizi kontrol edip sırat-ı müstakim üzere yola koyulduğumuz hak yola gebedir bu yüzden.
Nefsimizin bize düşman yönünü zelil ettiğimiz, kendimizi baskılamadığımız, korkmadığımız, arındığımız gece ise esenliğin muştusudur.
Gece, kısacası nefis ile mücadele ve nefsi kontrol etme anlamına gelir. Gündüz yaşanan hayatın ardından, gece nefsin arzularını kontrol etmek ve manevi disiplinlerle nefsi terbiye etmek için bir fırsattır. O zaman imanın nuru görünmeye başlar.
Sonra hakikatin doğumu ile parlar güneş. Fakat bu ziyanın açığa çıkacağı üç mahal olmalıdır.
Nur-i hayat, nur-i akıl ve nur-i yakîn üçlüsü arasında gerçekleşen bu süreçte, nur insanın her hücresine işler.
İnsandaki ruh, yani nur-i hayat, güneş gibi ışığın kaynağıdır. Ondan çıkan nur, sembolik olarak ayı yani aklı aydınlatır. Akıldan yansıyan nur ise başta göz olmak üzere tüm bedene yayılır.
Böylece görme bu nur ile gerçekleşir. Akıldan yansıyan ışığın aydınlattığı ikinci bir göz daha vardır ki o da kalpte bulunan ayn-ı basirettir. Yani kalp gözüdür.
Denilir ki birinci gözle ilme’l-yakîn, ikinci gözle ise ayne’l-yakîn elde edilir.
Bu şekilde başlayan müşahedeyi engelleyen bazı durumlar da vardır elbette. Güneşin karanlığı demek ne kadar doğrudur bilmiyorum. Fakat kendi ışığımızı söndürdüğümüz gerçekliği ile yüzleşmeyi umarım göze alabiliriz.
Bu engellerden ilki Kur’an-ı Kerim’de “rân” olarak zikredilen ve pas anlamına gelen bir kavramdır. Mutaffifin Sûresi 14. âyetinde
“Hayır, doğrusu, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur.” buyruluyor. Ayette geçen “rân” kavramı günah işlemekten dolayı kalplerin paslandığını ve hakikat güneşinin perdelendiğini beyan eder.
Bir diğeri “hicâb”tır. Hicâb, kalın perde anlamına gelir. Kimi ilim adamlarına göre dört hicâb vardır, bazılarına göre yedi hicâb (yeme içme, şehvet, çoluk çocuk tutkusu, mal ve makam hırsı, riya ve bencillik) vardır. İnsanda bu beşerî sıfatların baskın olmasına “istitâr” ve “ihticâb” denir.
Allah’ın merhametiyle örttüğü bazı perdelerde vardır ki bunların açılmasına insanın ne aklı ne bedeni dayanabilir. İsra Sûresi 45. âyette
“Ve (gerçeği anlamaya niyetli olmamalarından ötürü, onlara) Kur’an okuduğun zamanlar, seninle ahirete inanmayacak olanların arasına görünmeyen bir perde çekeriz” buyruluyor. Böylelikle dünya suretleri kalpte yerleşebileceği bir menzil, bir mekân bulamaz.
Hakikat güneşini engelleyen en önemli engellerden biri de insanın kendi aklından istifade edemeyişidir. Kendi yorum ve hükmünü doğru kabul eden insanın en büyük karanlığı aklını kullanamamasıdır.
Furkan Sûresinin 44. âyetinde geçen bu durum durup bir kez daha algılarımızın hangisini doğru kabul edip hangisinde yanıldığımızı iyi tahkik etmemiz konusunun önemini beyan ediyor bizlere.
“Ya da, sanır mısın ki onların çoğu (ilahi mesajı) işitir veya (hakikati) akleder? Hayır, onlar sürü (içgüdüsüyle davranan) hayvan gibidirler, hatta yoldan sapma konusunda daha da beterdirler!”
Sembolik olarak insanda ruh güneşe, akıl aya benzetildiğinden “rân” doğrudan ruha engel olması hasebiyle güneş tutulmasına, “hicâb” akıldan yansıyan ışığa engel olduğundan ay tutulmasına benzetilir.
Birbiri ardına devam eden bu döngülerden bir geceden daha bahsetmiştik. Hakikatin güneşinden aldığı ışıkla parlayan ay ve yıldızlar semada yani idrakte görülürken, gece, artık sevgiliyle buluşma vaktidir.
Yorumlar